Türkiye’nin Rusya’yla İlişkilerinde Jeopolitik Güvenliğini “Kerteriz Almak”

0
819

Türkiye’nin; bölgesel güç olarak kabul görmek ve aynı zamanda yükselen bir güç olarak uluslararası sistemde etkinliğini arttırabilmesi için, kendi “jeopolitik kodlarını” milli güvenlik ve milli çıkarlarına göre belirlemelidir. Bu bakımdan Türkiye’nin başta sınır komşuları olmak üzere, yakın jeopolitiğindeki diğer devletlerle olan ilişkileri elbette büyük önem taşımaktadır. Jeopolitik güvenliği merkeze alan bu ilişki modellemesi, Türkiye’nin hem bölgesel hem de uluslararası sistem düzeyinde kendine biçtiği rolü oynaması ve milli ülküsü adına uygun bir metot oluşturabilir.

Türkiye’nin jeopolitik güvenliği muhtevası bakımından, elbette başta sınır komşularını merkeze almaktadır, ancak çok uluslu savunma örgütlerinin oluşturduğu yelpazenin de bu değerlendirmeye dahil edilmesi gerekmektedir. Bu bakımdan, üç parçalı bir güvenlik yapısının da varlığından söz edebiliriz, bunlardan birincisi; Batı Avrupa ve ABD’yi çeşitli çok uluslu örgütler bütününü, ikincisi; Ortadoğu ve Kuzey Afrika devletlerini içeren ve böylelikle Türkiye’nin hem karadan güney sınırlarının güvenliğini hem de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni içine alan Akdeniz’deki menfaatlerini ve son olarak üçüncüsü ise, Karadeniz’den başlayarak sınırdaş Kafkasya devletlerini içeren kuzey yönlü bir parçalı yapıyı ifade etmektedir.

Türkiye’ye sınırı olan devletlerin doğrudan bir güvenlik tehdidi oluşturma potansiyeline sahip olmadıkları düşünülürken bu devletlerin daha gelişkin ikincil devletler ve küresel güçler karşısındaki kırılgan yapıları, demografik durumları ve ontolojik/tarihsel düşmanlık algıları tam tersine tehdit oluşturmaktadır. Diğer bir deyişle kırılganlık durumu (Irak, Gürcistan, Ukrayna, Suriye’de olduğu gibi) Türkiye’nin milli güvenliğini doğrudan etkilemektedir.[1] Denklemden ayrı bir şekilde ters yönlü bir tasavvurda Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki çatışma hali de Türkiye için bir milli güvenlik meselesidir.  Çünkü Türkiye’nin sınır komşularının herhangi bir ikincil devlet ya da küresel güç tarafından işgal edilmesi ve buna bağlı olarak ortaya çıkan çatışmalı durum[2]; başta göçmen krizi olmak üzere, askeri güç araçlarının devreye sokulmasına neden olan hadiseleri ortaya çıkarmaktadır. Irak hariç olmak üzere bahsedilen bütün kırılgan devletlerde yaşanan çatışmalar ve askeri müdahalelerin temel aktörlerinin başında Rusya’nın gelmesi, onu doğal olarak Türkiye’nin jeopolitik güvenliği için temel meselelerden biri haline getirmektedir.

Şimaldeki Rüzgâra Dikkat!

Rusya ile ilişkiler, ona coğrafi olarak yakın olan bütün devletler için önemliyken, tarihi 15. yüzyıla kadar götürülebilecek Türk-Rus ilişkileri daha ciddi muhtevalar taşıdığı için günümüzdeki mevcut dinamiklerle birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu gerekliliğin temel çıkış noktası, Türkiye ve Rusya’nın jeopolitik tasavvurlarının çakıştığı, çatıştığı ve bazen de uyum gösterebildiği bir doğrultuda ilerlerken, ikili ilişkilerin sürdürülebilirlik ve belirlen(-e)bilirlik düzeylerini kapsamaktadır.

Türkiye ve Rusya’nın Rekabet Ettiği Bölgeler[3]

Suriye meselesinde her iki aktörün farklı kesimleri desteklemesine rağmen, İran- Rusya- Türkiye arasında gerçekleşen görüşmeler sonucu ortaya konan Astana Mutabakatı ikili ilişkileri belli bir boyuta getirmiştir. Afrika’nın belli bölgeleri ve Doğu Akdeniz jeopolitiğini de içeren ve yine Libya özelinde sivrilen ikili ilişkiler oldukça karmaşık bir yapıda değerlendirilebilir. II. Karabağ Savaşı ile birlikte Azerbaycan’ın Ermenistan’a karşı büyük bir zafer kazanması ve Türkiye ile Rusya’nın bu sürece “neredeyse” doğrudan dahil olmaları ikili ilişkilerin çatışan ve çakışan jeopolitik tasavvurunu tam olarak gözler önüne sermektedir. Son dönemde gerçekleşen Ukrayna-Rusya arasındaki askeri tırmanma ve Türkiye’nin Ukrayna’nın NATO’ya girmesi yönünde verdiği destek ile Türk SİHA’larının ihracı gibi konular ilişkileri Rusya’nın bakış açısıyla bozarken[4], Karadeniz’in güvenliği açısından ve Türkiye’nin Ukrayna’ya meşru ve haklı desteği, olaylar bütününü yine jeopolitik güvenlik eksenine doğru tabii olarak kaydırmıştır.

Rusya’nın geçmişten bugüne, başta turizm sektörü olmak üzere enerji ve domates ticareti v.b. gibi ekonomik birimleri Türkiye’ye karşı “cezalandırıcı diplomatik kart” olarak kullanması, ilişkilerin sağlam temeller üzerine kurulu olmadığı yönündeki algıyı güçlendirmiştir. Dünyanın neredeyse bütün çatışmalı alanlarında Rus yapımı silahların arz edilmesine karşın, Türkiye’nin Polonya’ya SİHA ihraç etmesi ve Baltık ülkelerinin son dönemde bu yönlü eğiliminin Rusya tarafından eleştirilmesi ve güvenlik tehdidi olarak algılanması yine ikili ilişkilerin temelleri konusundaki şüpheleri doğrular niteliktedir. Bu bağlamda, Türkiye-Rusya ilişkilerinin kavramsal bir kalıba sokularak adının konulmaya çalışılması ya da ilişki kümesinin belirlenebilmesi üzerine eğilmektense, sürdürülebilirlik konusunun daha mühim olduğu düşünülmektedir. Başka bir deyişle Türkiye-Rusya ilişkilerine dair “Ne ve Nasıl?” soruları yerine, “Ne zaman ve Ne kadar?” sorularının yöneltilmesi gerekmektedir. Gerekli gördüğümüz bu eğilimin daha iyi anlaşılması adına son dönemde ikili ilişkilere atfedilen “kirpi ikilemi” metaforuna kısaca eğilmekte fayda vardır.

Bozkurt, Ayı ve Kirpiler

Uluslararası sistemin oldukça belirsiz, adı konamayan yapısı[5] doğal olarak Türkiye-Rusya ilişkilerine de yansımıştır. Ancak ikili ilişkilerin çatıştığı, çakıştığı ve bazen milli çıkarlar etrafından belirli bir seviyede uyum sağladığı düşünüldüğünde sürdürülebilirlik konusu oldukça ön plana çıkmaktadır. İkili ilişkilerdeki belirsizlik ve yine sürdürülebilirlik hususunun bir diğer nedeni ise tarihsel algılamalarla ilgili olabilir.  Günümüzde Türkiye-Rusya ilişkilerinin adını koymaya çalışan ve “kirpi ikilemi” metaforuyla popülerleşen görüşler, ikili ilişkileri açıklamaya dair her ne kadar belirsizlik sorununa belli bir derecede gem vursalar da ilişkilerin (kavramsal olarak) sürdürülebilirliğini tartışmaktan göreli olarak uzaklaşmaktadırlar.

Hem Schopenhauer’un, hem de Freud’un kullandığı “kirpi ikilemi” metaforu, insani ilişkiler ve grup psikolojisinin mantığını anlatamaya çalışır. Soğuk hava şartlarında donmamak için birbirine yaklaşan kirpilerin belli bir yakınlığa gelince dikenlerinin birbirine batacağını hülasa donmak ve diken batması arasında kalan kirpilerin yaşayacağı ikilem tartışılırken, yakınlık sınırının belli bir derecede kalması gerektiği üzerinde durulmaktadır. Bu psikoloji-felsefe metaforunun, Türkiye-Rusya ilişkilerine yakıştırılması ilk bakışta oldukça açıklayıcı görünmektedir, ancak üç noktada ilişkiler kümesi bu kavramdan uzaklaşmaktadır, bunlardan birincisi iklim şartlarının farklı bölgelerde değişmesidir. Türkiye ve Rusya’nın karşı karşıya ve dirsek mesafesinde kaldığı farklı bölgelerde farklı milli çıkarları vardır. Önerilen metafor üzerinden değerlendirdiğimiz de hem her iki devletin bir birine karşı tutumlarının birlikte bulundukları bölgelere göre değiştiği hem de iki devletin ortak bir payda da sadece “donmamak” üzerine buluşmadığı, ulusal çıkarlara dayalı farklı dinamiklerin ilişkilerin seyrini belirlediği söylenebilir. Örneğin Suriye meselesinde, Türkiye’nin ana dinamiği milli güvenlik ekseninde ilerlerken, Rusya’nın büyük güç olma dürtüsüyle hem ABD’yi dengeleme hem de Akdeniz’e yönelik karmaşık bir jeopolitik tahayyülü söz konusudur. Güney Kafkasya’da ise Rusya’nın daha çok kendi bölgesel güvenlik anlayışı ön plana çıkarken, Türkiye’nin ise başta ulusal çıkarları olmak üzere yakın jeopolitiğindeki olaylara karşı tutumu ile bölgesel güç statüsü kendini göstermektedir. Karşı karşıya gelinen noktalarda uyum sağlanabildiği gibi soğuk rüzgârların estiği alanlarda mevcuttur. İkinci problem ise kavramın iki denk/aynı varlık arasında geçmesi hususudur. Türkiye ve Rusya’nın birbirlerine benzeyen yönleri bulunsa da hem uluslararası düzeydeki amaçları (yukarıda değindiğimiz gibi) hem küresel ilişkileri hem de mevcut ve potansiyel güçleriyle birbirinden farklılaşmaktadır. Son olarak üçüncü sorunlu alan ise, metaforun iki varlığın üzerine kurulu olmasıdır. Ancak, Türkiye-Rusya ilişkileri sadece ikili arasında gerçekleşen doğal bir  münasebet olmaktan öte, birden fazla farklı güç kapasitesine ve politik amaçlara sahip  aktörün dahili ile gerçekleşmektedir.

Sonuç Yerine

Tüm bu sorunlu açıklamaların getirdiği eksiklikler, ikili ilişkilerin adının konmasındansa sürdürülebilirliğin esas alınarak düşünülmesi gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır.  Bu nedenle Türkiye’nin farklı bölgelerde dirsek mesafesinde ve karşı karşıya olduğu Rusya’ya karşı, her farklı alan için farklı stratejiler oluşturması gerekmektedir. Buna binaen genel anlamda ve soyut bir şekilde aşağıda önerilen adımlar izlenebilir:

  • İkili ilişkilerin selameti, uluslararası sistemin yapısal dönüşümlerine ve sıkça değişen gündemine bırakılmamalıdır. Soğuk Savaş döneminde iki kutuplu yapının arasında kalan Türkiye’nin günümüzde uluslararası sistemin ortaya çıkardığı dinamiklerden çok kendi milli güvenliğini merkeze alan stratejilere yönelmesi ya da en azından bunlar arasında denge kurabilmesi gerekmektedir.
  • Türkiye’nin Rusya ile ihtilaflı olduğu alanlardaki politikaları ikili ilişkilerin ilerleyişine set koymaksızın ancak ivmenin düşürülebileceği bir kayıpla sürdürülmesi ve böylelikle, ikili ilişkilerin üçüncü bir aktör ya da aktörler kümesince araç haline getirilmesi önlenmelidir. Daha açık bir ifade ile Türkiye’nin ABD ile ilişkilerini güçlendirmesi ya da Karadeniz ve Doğu Avrupa’daki politikaları Rusya ile ilişkilerini en alt düzeyde etkileyebilecek bir yapıya konumlandırılmadır. Türkiye’nin bu kısımdaki ana amacı ulusal çıkarlarından olabildiğince alt düzeyde bir kayıpla, karşı tarafında aynı oranda verebileceği tavizleri denkleştirebilmesidir.
  • Türkiye uluslararası sistemde Rusya ile ilişkilerini belli bir çerçevede ilerletirken onu hemen her çatışmalı bölgede doğrudan ancak belli bir seviyede dengeleyen bir güç olarak diğer aktörlerle olan ya da olabilecek “ittifak olunma statüsünü” geliştirmelidir. Böylelikle hem Rusya’ya karşı belli bir derecede caydırıcılık elde edilebilirken, hem de bu durum Türkiye’nin uluslararası imajını destekleyecektir.
  • Türkiye ve Rusya’nın jeopolitik tasavvurda milli güvenlikleri ve milli çıkarları belli bir derecede birbirine bağımlıdır. Her iki ülkenin de diğerini hesaba katmadan, uluslararası sistem ve bölgesel boyutta bir iddiada bulunabilmesi oldukça zordur. Ancak ikili ilişkilerdeki güç unsurları (doğal kaynaklar, nüfus, ekonomi, askeri teknoloji + (nükleer güç)) karşılaştırıldığında Rusya’nın göreli üstünlüğü ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle Türkiye’nin politikalarında güçlü olduğu alanları ve yumuşak güç unsurlarını geliştirmesi gerekmektedir. Türkiye’nin politikalarında en güçlü olmasa da bir jiroskop hassasiyetiyle “en akıllı” olabilme kapasitesi üzerine çalışılmalıdır.

[1] Şener Aktürk, “Turkey’s Grand Strategy as the Third Power: A Realist Proposal”, Perceptions,(2021), Vol.25, No.2, s.157.

[2] Haluk Özdemir, “Tasarlanmış ve Beliren Üst Stratejiler: Türkiye ve Diğer Orta Büyüklükteki Devletler için Alternatifler”, Ali Karaosmanoğlu ve Ersel Aydınlı, Strateji Düşüncesi: Kuram, Paradoks, Uygulama, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, (2020), s.43.

[3] Ezgi Yazıcı, “Competition between Russia and Turkey Drives Conflict across the Middle East, Africa, and Central Asia,” The Instıtute For The Study Of War (ISW) (12 Temmuz 2021), https://www.understandingwar.org/backgrounder/competition-between-russia-and-turkey-drives-conflict-across-middle-east-africa-and

[4] Russia warns Turkey over ties with Ukraine, Reuters  (24 Mayıs 2021), https://www.reuters.com/world/russia-warns-turkey-over-ties-with-ukraine-2021-05-24/

[5] Mustafa Kibaroğlu, “Paradigma Yokluğunda Küresel ve Bölgesel Politikalar Belirlemek”. Stratejist, (2019), Cilt: 25, s. 20-25.