Türk Büyük Stratejisi? Türk Devletleri Teşkilatı ve Türkiye’nin Rolü

Giriş
Soğuk Savaş, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti için fırsatlar ve kazançlar yarattığı gibi kuruluş amacı ideallerinin dondurulmasına da neden olmuştur. Batı ittifakında yer alan Türkiye, askerî gücünü modernize edebilmiş, 70 yılda nüfusunu yaklaşık 4 kat arttırabilmeyi başarmıştır. Bunun yanı sıra iktisadî olarak dışa bağımlı kalmış, bölgeler arasında eşit bir gelir dağılımını sağlayamamıştır. Detanté döneminde kadim bir Türk yurdu olan Kıbrıs’ta tüm yaptırımlara rağmen Kıbrıslı Türklerin bağımsız yaşayabileceği bir devletin kurulması haricinde dış politikada “Bandwagon” bir tutum sergilemiş, Sovyetlerin çevrelenmesi olan ittifakın büyük stratejisine, kendi çıkarlarından üstün tutarak sadık kalmıştır. Büyük güç için, NSC 162/2’de salt bir askerî aparat olarak görülmesi ve olası bir Sovyet işgali ve yayılmacılığına karşı NATO’nun güneydoğu kanadını “tutması”na[1] göre dizayn edilmeye çalışılması, ulus inşa sürecinin demokratik kültür, eğitim gibi bileşenlerine gerektiği önemi gösterememesine neden olmuştur.
Dış politikada göreli kazanç (ing. Relative Gain) prensibine riayet ederek Soğuk Savaş sürecini tamamlayan Türkiye Cumhuriyeti, oyun kurucu olmak idealinden, tarihte bir dönem hegemon güçler olan Avusturya, İspanya gibi ülkelerin aksine hiçbir zaman vazgeçmemiştir. Bu dönemde siyasî ve iktisadî açıdan tam olarak olmasa da askerî gücü sayesinde Yunanistan-Mısır-Irak ekseninde bir dönem kendi egemenliği altında olan komşularına karşı caydırıcılık sağlayabilmiştir. Bölgesinde büyük gücün politikası dışında tek başına inisiyatif almaya çalışarak eski emperyal ideallerini dimağda -retorik olarak- canlı tutmaya çalışmasına rağmen coğrafî konumu; jeopolitik bir baskı unsuru oluşturmuş, Kafkasya-Balkanlar-Orta Doğu ekseninde pratikte büyük bir güç olmadan bölgesel politikalar belirlemesini zorlaştırmıştır.
1955 Bağdat Paktı-CENTO ve 2010 yıllarındaki Arap Baharı sürecinde görüldüğü üzere Türkiye, büyük güçle birlikte diğer devletleri hizaya sokabilmiş, ama özellikle Arap Baharı’nda olduğu gibi büyük gücün oyun planından uzaklaşıp[2] münferit bir rol üstlendiğinde önü kesilmiş, hatta büyük güçle çatışma yaşamıştır. 75 yıllık Türk-Amerikan ilişkilerinde belli periyotlarda mükerrer olarak yaşanan bu durum, Soğuk Savaş sonrasında, nihai hedef elde edilip ortak çıkarların kalmadığı ve yenisinin yerine konulamadığı bir dönemde ciddi bir kırılma yaşanmasına sebep olmuştur.
Büyük Strateji
Soğuk Savaş sonrası strateji çalışmalarında büyük güçler ve onlara meydan okuyan yükselen güçlerin dışında teorik olarak diğer ülkelerin de büyük stratejisinin olabileceği iddia edilmektedir. Bu görüşe göre; her devlet, hangi amaçlarına öncelik vereceği ve bu amaçlara ulaşmak için kaynakları arasından hangi araçları kullanacağı konusunda seçimler yapabileceği “büyük planlar” üretebilir. Benzer şekilde her ülke uzun vadeli ve en yüksek öncelikli hedeflerine erişebilmek için başta devlet lideri olmak üzere (devlet) idaresinde örgütle(n)me ilkesini sağlayabilir ve tıpkı büyük güçler gibi buna uygun davranış biçimleri geliştirerek kazanımlar edinebilir.[3]
Bu yaklaşım her insanın 400 metreyi 1 dakika altında koşabileceği varsayımına benzemektedir. Evet gerekli şartlar sağlandığında -bunlar hem kendiliğinden varolan hem de sonradan edinebilen niteliklerdir- bu durum teknik olarak mümkündür. Tıpkı özünde uzun soluklu bir gayeye matuf büyük stratejilerde, başarılabilecek amaçlar için gerekli nitelikleri haiz uygun araçların ahenkli bir şekilde bir araya getirilmesi gibi.[4] Lakin pratikte bunu sağlamak sanıldığı kadar kolay değildir. Her devletin savaş ve barış dönemlerinde askerî stratejisi ya da dış politika tercihlerini etkileyen bir ulusal stratejisi olabilir. Fakat bunların varlığı, o devletin büyük stratejisinin kesin olarak olduğunu göstermeye yetmez. Uluslararası sistemi etkile(ye)meyen, onu yönlendir(e)meyen ya da sürdürülebilir bir barışı sağlamak adına yeni bir model inşa etmeyi önermeyen bir devletin büyük stratejisi olamaz.
Quo Vadis? Doğu ve Batı Arasında Kalan Türkiye
Türkiye, 16. yüzyılda eski dünyaya karşı hegemon, 17. yüzyıl sonunda ise büyük güç hüviyetini kaybetmiştir.[5] Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk toprak kaybı olan 1699 tarihli Karlofça Anlaşması’yla Batı’daki “Yenilmez Osmanlı” algısı yıkılmış, 1774 tarihli Küçük Kaynarca Antlaşması ile de ilk defa Türk ve Müslüman bir toprak olan Kırım Hanlığı kaybedilerek Rusya Karadeniz’den jeopolitik bir baskı unsuru oluşturmaya başlamıştır. Bu tarihten günümüze kadar hem Kuzey hem de Batı’dan çevrelenen Türkiye, karşı karşıya kaldığı tehditlere karşı güç dengelerini temel almış, başka bir deyişle beliren stratejilere göre tutum sergilemiştir. Şöyle ki; 1798-1801 Fransa’nın Mısır Seferi’ne karşı ya da İstiklal Savaşı’nda Batı’ya karşı Rusya ile, 1853-1856 Kırım Savaşı’nda ya da 1945-1990 yılları arasında Soğuk Savaş’ta ise Rusya’ya karşı Batı ile ittifak kurmuştur. Bazı dönemlerde ise her iki taraf Türkiye’ye karşı bir araya gelmiş ve sonuçları itibarıyla bu durum Türkiye açısından çok yıkıcı olmuştur. Batı’nın Rusya’yla birlikte kendisine karşı ittifak oluşturduğu Balkan toplumlarının isyan ederek bağımsızlıklarını kazandığı 1821-1913 yılları arasındaki dönem ve ilk topyekûn harp olan Birinci Dünya Savaşı’nın 3 yılı buna örnek gösterilebilir. Savaşın sonlarına doğru Çarlık Rusya’nın yıkılması ve savaştan çekilmesi Türkiye’nin “iki ateş” arasında kalarak yok olmasını engellemiştir.
Yukarıda görüldüğü üzere son 300 yıldır Batı’nın Türk önyargısı sadece Rus tehdidi karşısında dizginlenebilmiştir. Bu sebeple ki 1945-1995 yılları arasındaki yarım yüzyıl ikili ilişkilerin tarihte görülmediği kadar geliştiği bir dönem olarak öne çıkmaktadır. Yoksa Kıta Avrupası ve Anglo-Sakson dünya için Türkler, Hun hükümdarı Atilla’dan beri, “Doğu’dan gelen Barbar” bir kavimdir ve “her şart ve ahvalde durdurulmalıdırlar”.
Rusya ve Çin için de durum benzerlik addetmektedir. Rus dış politikasındaki tarihten gelen güvensiz ve bunun reaksiyonu olan yayılmacı eğilim dışında[6], jeopolitik olarak tehdit algıladığı Türkiye’ye karşı tutumu ancak yukarıdaki örneklerde görüleceği üzere Batı’ya meydan okuduğu çatışma dönemlerinde değişmiş, lakin derinliği açısından politik-taktik seviyede müspet eğilim gösterebilmiştir. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Rus nüfuz alanı olan Türkistan coğrafyası da Rusya ile Türkiye’nin “stratejik” seviyede ikili ilişkilerini geliştirmesine engel teşkil etmiştir. Rusya’nın Sovyetler döneminde, gerek insan gücü, maddi kaynaklar gerekse kendi açısından statü bozukluğuna mâni olmak için “jeopolitik zorunluluk” olarak gördüğü Türk Dünyası, bugün de “Büyük Güç” olmasını devam ettirebilmesi için “muhtaç olduğu” bir coğrafyadır. Bu durum, “Yükselen Güç” Çin Halk Cumhuriyeti için geçerlidir. ÇHC’nin hegemonik açılımının başat aracı olan Kuşak-Yol İnisiyatifi’nde Türkistan önemli bir rol oynamaktadır. Bölge ÇHC’nin kontrolsüz (obez) iktisadi büyümesinde enerji ihtiyacını karşılaması bakımından ehemmiyetli olmakla birlikte, Kuşak-Yol İnisiyatifi’nin Batı’ya açılan kapısıdır.[7] Yine büyük ölçüde etnik kırım, zorla göç ettirme ve kültürel asimilasyon vasıtasıyla kontrol altında tuttuğu “Doğu Türkistan Sorunu”nun dış müdahaleye kapanması ve küresel çapta “halledilmesi” için komünist Çin bölgeye ihtiyaç duymaktadır.
Türk Büyük Stratejisi ve Türkistan
Türkiye’nin mevcut bir “büyük stratejisi”nin olup olmadığı tartışması bu makalenin sınırlarını aşmaktadır. Lakin Türkiye bölgesel bir güç olmak istiyorsa, yeni bir model oluşturacaksa bir “büyük stratejiye” ihtiyaç duyacaktır. Yukarıdaki tarihî vakalar, tecrübeler ve tespitler ışığında kanımızca bu bölgesel meydan okumasının nüvesini ise Türkistan teşkil etmelidir. Türkiye’yle birlikte 7 bağımsız ülke, 15 yarı bağımsız yönetim ve başta İran ve Afganistan olmak üzere muhtelif ülkelerde hatırı sayılır bir Türk nüfusa sahip olan Türk dünyasının, 250 milyonu aşan mevcudu nicelik olarak dünyada dördüncü sıradadır. Ekseriyetle aynı dili kullanan ve aynı dine mensup bu kütlenin birleştirilmesi için Türkiye’nin “keskin güce”[8] ihtiyacı yoktur. Zira Dağlık Karabağ Savaşı’nda görüleceği üzere halihazırda doğru hamleler sonrasında Türk Dünyası, Türkiye ile entegrasyona hazırdır. Buradaki önemli nokta yukarıda zikrettiğimiz üzere araçların, doğru amaçlar için sefer edilebilmesinin planlanması, başarılmasıdır. Örneğin, Türkiye, Suriye İç Savaşı yüzünden, mültecilere 40 milyar dolar ve hatta fazlasını harcamış ve harcamaya devam etmektedir. Akla gelen ilk soru, Türkiye’nin ayırdığı bu kaynaklar karşılığında elde ettiği kazancın, harcadığı maddi ve manevi enerjisinin karşılığını verip vermediğidir. Bu, cevaplanması zor bir sorudur. Peki, bu kaynaklar Türkistan coğrafyasına harcanmış olsaydı, nasıl bir etki yaratabilirdi?
Kasım 2021 tarihinde yeni bir yapılanmaya giderek “Türk Devletleri Teşkilatı” ismini alan oluşum, Türk devletleri arasında siyasî, iktisadî ve sosyo-kültürel bir birlik yaratmaya hizmet etmesi bakımından ehemmiyet arz etmektedir. En önemlisi şayet varsa “Türk Büyük Stratejisi”ne uygun bir adım olan bu oluşumu; diğer murahhaslara nazaran Türkiye finanse etmek zorundadır. Bu durum temelleri atılan “Turan Ordusu”nun efektif bir şekilde kullanılmasına da imkân sağlayacaktır. Kazakistan’daki olaylarda görüleceği üzere askerî bir ayağı olmayan, kolektif güvenlikten yoksun bir oluşumun, üyelerine yönelik tehditlere karşı verdiği destek “temenni mesajlarından” öteye gidememektedir.[9] Halbuki Türkiye’nin askerî açıdan bunu yapacak kapasitesi ve reel gücü bulunmaktadır. Moritanya’dan Somali’ye, Bosna’dan Afganistan’a kolektif güvenlik kapsamında Türk asker-sivil elitinin bulunduğu coğrafyalarda yarattığı asimetri dikkat çekicidir. Bu durum, Sovyetlerin Soğuk Savaş sırasında, çevrelemeyi kırmak için giriştiği “Üçüncü Dünya Açılımı”ndan katbekat başarılı ve “samimi”dir. Örneğin ISAF komutasındaki Batılı NATO askerlerin Afganistan’da herhangi bir saldırıyla karşılaşmamak için arabalarına Türk bayrağı asmaları[10], Somali’de Batılıların aksine havaalanının dışında büyükelçilik[11] açabilen ilk ülkenin Türkiye olması tesadüfî değildir. Bu coğrafyalardaki halklar için Türkiye’nin, Doğu-Batı ekseninde bir alternatif liman olması Türk Büyük Stratejisi’nin var olduğunu da kanıtlayacaktır.
Sonuç Yerine: Ne Yapmalı?
Türkiye’nin, bölgesel hatta küresel hedeflerini gerçekleştirebilmesi için iktisadî kalkınmaya ihtiyacı vardır. Müdahaleye açık kırılgan bir ekonomi, diğer sıklet merkezlerindeki kazanımları da etkisiz bırakmaktadır. İnşaat, turizm gibi hizmet sektörü merkezli, dışarıya bağımlı bir ekonomiye sahip bir ülke bölgesel bir güç olamaz. İthal ikameci, katma değer üretebilecek bir iktisadî salahiyet kendi içinde en başta refah toplumu yaratacak ve enerjinin dışarıya kanalize edilebilmesini sağlayacaktır. Refah toplumunun yaratılması, her ülkenin dış politikasında önemli bir rol oynayan “innenpolitik”in etkisini de azaltacaktır. Başka bir deyişle bu durum hükümetlerin etki alanı dışında ortak bir dış politika belirlenmesini sağlayacak ortamı yaratacaktır. Böylece hem oy konsolidasyonu için iç politikada yapılan yanlışların hem de kaynak ve enerji israfının önüne geçilecektir.
Türkiye’nin büyük hedeflere ulaşması için gereken diğer bir faktör yetişmiş insan gücüdür. İlköğretim seviyesinden başlamak üzere mevcut hegemon ve büyük güçlerle yarışmak için dönemsel olarak değişmeyen, sürdürülebilir, rasyonel temellere dayalı millî bir eğitim programı belirlenmek zorundadır. Başka bir deyişle objektif bir sıralamada ilk 100’de kaç üniversitesiniz varsa sizin büyük güç olma ihtimaliniz de o kadar artmaktadır. Yetişmiş insan gücünün nitelik ve niceliği, diğer ülkelerdeki halk kütlelerinde sizin “rol model olma” hüviyetinizi de güçlendirecektir.
Büyük strateji, evvel emirde uzun soluklu olmalıdır. “Meydan okumanın” öncesinde ise her alanda büyük hazırlıklara ihtiyaç duymaktadır. Kısa vadede paradigma değişikliğine uğrayacak, konjonktüre göre tam tersi istikamete yönelecek adımlar büyük stratejinin başarısız olduğundan ziyade aslında onun hiç olmadığının bir emaresi olacaktır. Lakin Türkiye eksikliklerini tamamlamaya bugünden başlayarak, nihaî hedefine dair karar kıldığında, Türkiye’nin gelecekte başarısız olmasına neden olacak hiçbir engel bulunmamaktadır.
[1] Kaan Kutlu Ataç, Mehmet Mert Çam, “Soğuk Savaş: Amerikan Büyük Stratejisi, Johnson Doktrini ve Kıbrıs”, Güvenlik Stratejiler Dergisi, Cilt: 16, Sayı 35, 2020, İstanbul, “595-634”, s. 600-601 ve NSC 162/2, Basic National Security Policy, https://fas.org/irp/offdocs/nsc-hst/nsc-162-2.pdf, October 30, Washington, 1953, p. 2-3, 21. (Son Erişim Tarihi: 28.02.2022).
[2] Bağdat Paktı görüşmelerinde Türkiye, Ürdün’ü pakta dahil etmek için, şayet üye olmaması halinde olası bir savaşta İsrail’i (münferit olarak) destekleyeceğini söylemiştir. Bu tehdit karşısında Ürdün’ün şikâyeti üzerine Amerika ve İngiltere, Türkiye’yi “Batı yanlısı” Arapları (Batıdan) uzaklaştırmaması için “uyarmıştır”. William Hale, Turkish Foreign Policy since 1774, 3rd Edition, Routledge, London, 2013, p. 94.
[3] Nina Silove, “Beyond the Buzzword: The Three Meanings of ‘Grand Strategy’”, Security Studies, 27:1, 2018, “27-57”, p. 51-52.
[4] Paul Kennedy, “Grand Strategy in War and Peace: Toward a Broader Definition”, Paul Kennedy (Ed.), Grand Strategies in War and Peace, Yale University Press, New Haven, 1992, p. 4.
[5] Graham Allison, Destined For A War, Can America and China Escape Thucydides’s Trap?, Epub: Houghton Mifflin Harcourt, New York, 2017, pp. 540-545.
[6] “George Kennan’s ‘Long Telegram’, 22 February 1946”, https://digitalarchive.wilsoncenter.org/document/116178.pdf (Son Erişim Tarihi: 28.02.2022).
[7] Mehmet Mert Çam, “Coğrafı̇-Konum İstı̇hbarat Analı̇zı̇ Doğrultusunda Doğu Türkı̇stan’dakı̇ “Yenı̇den Eğı̇tı̇m Merkezlerı̇”, İstı̇hbarat ve Güvenlı̇k Üzerı̇ne Çalışmalar, (Ed.) Murat Bulut, İsmail Hakkı Demircioğlu, vd., Nobel Bilimsel, Ankara, 2021, ss. 390-392.
[8] Keskin Güç (Sharp Power): Ülkelerin yumuşak gücün aksine hedef ülkelere bilinçli bir şekilde müdahale ederek kendileri lehine bir durum yaratmalarıdır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Christopher Walker, “What is ‘Sharp Power’?”, Journal of Democracy, Johns Hopkins University Press, Vol. 29, N. 3, Temmuz, 2018, “9-23”.
[9] “Türk Devletleri Teşkilatının Kazakistan’da Meydana Gelen Olaylar Hakkındaki Açıklaması”, https://www.turkkon.org/tr/haberler/turk-devletleri-teskilatinin-kazakistanda-meydana-gelen-olaylar-hakkindaki-aciklamasi_2430, (Son Erişim Tarihi: 01.03.2022).
[10] “Türk askerini Afganistan’da görmek istiyoruz”, https://www.hurriyet.com.tr/dunya/turk-askerini-afganistanda-gormek-istiyoruz-41848609 , Hürriyet, (Son Erişim Tarihi: 01.03.2022). Hatta Şubat 2015 tarihinde Taliban’ın Amerikalıların olduğunu zannederek bombalı saldırıda bulunduğu zırhlı araçta bir Türk askerinin şehit düşmesi Afganistan’da büyük bir üzüntüye yol açmış, Taliban dahi Amerikalıların hedef alındığını, Türk askerînin şehit düşmesinden üzüntü duyduklarını belirtmiştir. “Türk askerlerinin bulunduğu araca saldırı Afganları üzdü”, https://www.aa.com.tr/tr/dunya/turk-askerlerinin-bulundugu-araca-saldiri-afganlari-uzdu/71537 , Anadolu Ajansı, (Son Erişim Tarihi: 01.03.2022).
[11] “Somali’de her beyaza ‘Merhaba Türk’ diyorlar”, https://www.hurriyet.com.tr/kelebek/somali-de-her-beyaza-merhaba-turk-diyorlar-23098148 , Hürriyet, (Son Erişim Tarihi: 01.03.2022).